Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, “Depremde gördüğüm bir başka net gerçek de şu. 3-4 büyük şehrimiz hariç hemen hiçbir şehrimize ‘başkanlık sistemi’ gelmemiş. Bin yıllık yerleşik ailelerde birikmiş sermaye, bürokrasinin kimsenin ayağına basmama itiyadı ve yerel siyaset çirkinliği üçgeni yerli yerinde duruyor.” değerlendirmesini yaptı.
Kılıçarslan yazısında, “Size şehirlerimizdeki iş hayatının kokuşmuşluğunu anlatabilmenin keşke bir yolu olsa. Dümdüz çeteleşen, kendi aptal menfaatleri dışında hiçbir gerçeklikle ilgilenmeyen, şehirlerine gram faydaları olmayan, “sosyal sorumluluk” kavramından işçilerinin düğününe çeyrek altın yollamayı anlayan bir hödüklük biçimi Anadolu’da iş dünyası. ‘Hiç mi bunun dışında örnekler yok?’ diye sormayın lütfen. Unutmayalım ki istisnalar kaideyi güçlendirir. ‘Yoğurdu şahane, kaymağı bozuk’ olarak çekebiliriz Anadolu şehirlerindeki iş dünyasının fotoğrafını. Bürokrasiye gelince. ‘Ankara’dan emir gelmeden inisiyatif kullanamamaları2 bir yana asıl sorun ‘yoğurttan yana değil kaymaktan yana’ durmalarındaki çirkinlik bence. Cemiyet yemekleri, tanışlıklar, siyasetle iş dünyasına avantaj sağlamalar falan derken bürokrasi bir türlü kendine gelemiyor Anadolu’da. “Doğru bağlantılara sahip olup görevini sürdürmek” dışında hiçbir şey yapmayan bürokratlarla dolu şehirlerimiz. “Benimle ilgili olarak Ankara’yı aramasınlar da ne olursa olsun” yahut “medyaya haber olmayayım da ne olursa olsun” diye düşünerek çürüyüp gidiyorlar. Elbette bu durumun asıl suçlusu da bütün unsurlarıyla yerel siyaset ve iş dünyası.” düşüncesini dile getirdi.
Kılıçarslan şu ifadeleri kullandı:
En basit örneği şuradan vereyim. Şehirdeki mama dağıtım işini üstlenemeyen kolpacı sokak hayvanları dernekleri bir partinin il başkanını kafalayıp yanlarına medyayı da alıp tıkır tıkır işleyen bir hayvan barınağını güya basmışlardı. Ortaya çıkan rezil çadır tiyatrosunu size anlatabilmenin imkânı yok ama Türkiye 3 gün boyunca “katliam var” diye konuşmuştu meseleyi. Yerel siyasetin rezilliği o boyuttadır şehirlerimizde.
Seçimler yaklaşırken Türkiye’nin en önemli gündeminin “insani kalkınma” olması gerektiğini tam da bu nedenlerle savunuyorum ben. İstediğim şeyin çok nahif, hatta fazla romantik olduğunu biliyorum ama bu anlamda bir insani kalkınma sağlayamazsak Türkiye’nin sorunları kendi kendini tekrarlayan bir çembere dönüşecek. Hayattaki tek gayesi vekil olmak olan yerel siyasetçiyle, parasına para katmanın dışında hiçbir ahlaki değeri olmayan iş adamıyla, siyasetçinin ve iş adamının emrinden çıkmamayı “başarılı kariyer” olarak gören bürokratla olmaz çünkü.”